Mary's Axe & Tower of London & Tower Bridge

Hürriyet

18 Temmuz 2010 Pazar

Sıcak, Sıcacık, Uykusuz..

Gece saat üç. Hava bunaltıcı. Nefes alabilmek ve belki bir nebze ferahlayabilmek için balkon tek seçenek önümde. Elimde bir bardak soğuk su, oturdum balkondaki sandalyeye. Hafif bir serinlik, ufak bir rahatlama. Şimdilik hepsi bu.

11 Haziran 2010 Cuma

Mesut Dede anısına...

Koca bir çınar, koca bir yürek, koca bir yaşam ayrıldı bu dünyadan, geçen gün. Unutulmayacak, hep hatırlanacak bir insan olarak, kalbimizde, gönlümüzde parsellediği yerde olacak hep. Rahat uyu, nur içinde uyu koca Kasap Mesut.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Barselona'dan Ayrılıyoruz..

Bitti işte. Son gün. Herşey gibi bu tatilin de sonu geldi. Akşam 6'daki uçağa kadar birkaç saat daha var yaşanacak. Görülmesi gereken az yer kaldı. "Montjuic"e çıkılacak, bir iki müze gezilecek bugün. Sonra da havaalanı.

29 Mayıs 2010 Cumartesi

Yağmur, Yağmurluk ve Flemenko

Sabah gök gürültüsüyle uyandık. Kahvaltıya indiğimizde hepimizin yüzünden düşen bin parçaydı. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağan yağmur cesaretimizi kırmaya başlamıştı. Otelin lobisinde bulunan internetten şehre bir buçuk saatlik mesafedeki kasabalardaki hava durumunu bulmaya çalıştık ama sonuç hüsran. Hava diğer kasabalarda da aynı. Gök delinmiş gibi. Lobide pişti oynamak bile bir seçenek olmaya başlamıştı.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Mustafa ve Frapanyolca...

Gecenin bir yarısı olmuş. Çıkıyoruz casinodan. Bir iki kol çekip bir kaç euro'yu kasaya kaptırdıktan sonra rahatlamış bir şekilde ve uzun günün yorgunluğu içerisinde kapıdan çıktık dışarıya. Yolun karşısında bekleyen bir dizi taksiye doğru seyirttik. Ama hiçbirimiz bu tatilin, bizim için en unutulmaz dakikalarından birkaçını yaşayacağımızı tahmin edemezdik.

25 Mayıs 2010 Salı

Park Güell & Barceloneta

Sabah belirlediğimiz saate kalkıp kahvaltıya indik. Akşam yediğim Tapas'ların tadı damağımda, paella'nın pişmemiş pirinçleri midemde hala. Neydi o paella öyle. Pirinçleri çıtır çıtır. Hoş hata bizde, adı Tapa Tapa olan bir restorantta paella yemek neyimize. Ye güzel güzel Tapas'larını otur değil mi? Yok illa yiyeceğiz paella. Olmadı tabi. Pişmemiş pirinci hazmetmek ne kadar zormuş.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Barcelona'yı geziyoruz..

Çok mu oldu yola çıkalı. Daha "Casa Batllo"ya gelemedik. Daha oradan "Casa Mila"ya gidilecek daha sonra ünlü "La rambla" caddesine. Ama şimdiden bacaklarım ağrımaya başladı. Zaten adamlar cadde kesişimlerinde köşe yapmayacağız diye yaya yolu en az %30 artırmışlar.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Barselona'ya Gidiyoruz....

Sabahın körü. Saat çalıyor. "Kalk" diyor. "Ben uyandım! Sen hala uyuyorsun". Sanki sesi sonuna kadar açılmış, inletiyor odayı. Hava daha yeni aydınlanıyor. Ama tatlı bir heyecan var içimde. Zaten hazırım uyanmaya. Kalkıp ve hazırlanmaya başlıyorum, uzun sürecek olan uçak yolculuğuna.

16 Mayıs 2010 Pazar

Şampiyonluk Hakedilir..

Otuzdört maçlık maraton ancak hakedene verir kupayı. Kayırmaz. Aldatmaz. Kimse zorla alamaz. Kimseye hediye edilemez. Hakeden alır, hakeden kaldırı kupayı.

11 Mayıs 2010 Salı

Tuttun mu Kupanın Ucundan..

Geldi, geliyor şampiyonluk. Umarım kayıp gitmez elimizden, birkaç sene önce olduğu gibi. Denizli faciası yaşanmaz umarım. Hoş, o maça maç demek için kör olmak lazımdı ama sonuca bakılan bir oyun futbol. Hakemin son düdüğü gerçek son. Ve o son düdükten sonra tabelada ne yazıyorsa gerçek o.

Amca'ya Vefa..

Yola çıktık gidiyoruz. Önce köprüyü geçtik sonra ilk çıkıştan çıkıp yeni yapılan yoldan Riva'ya doğru gidiyoruz. Daha sonra Riva sapağını da geçip Akbaba'ya çeviriyoruz rotayı.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Hıdırellez ve Gulyabani..

Dün akşam Hıdırellez'di. Ahırkapı'da artık gittikçe polülerleşen şenlik kutlamaları vardı. İki sene öncesine kadar sokak aralarında yapılan şenlikler, son iki senedir talebin artması ve artık kutlamalara festival havası verilmek istenmesi nedeniyle aralardan çıkıp sahildeki parka alındı.

4 Mayıs 2010 Salı

Nazlılar. Narinler. Geldiler. Hoş geldiler.

Gelincikler geldi. Her yerden kırmızı kırmızı göğe uzanıyorlar, incecik boyunları ile. Yol kenarı, tarla ortası, kaldırım taşlarının arası. Her yerden, buldukları her çatlaktan fışkırıyorlar.

29 Nisan 2010 Perşembe

İhtiyaçtan Katliam...

Üçüncü köprü aşkı gerçek oluyor ve çevre katliamının önü açılıyor. Rant kapılarını imal etmek için kullanılacak keresteler, yolun geçeceği güzergah üzerinden toplanıp gerekli yerlere ulaştırılır artık.

27 Nisan 2010 Salı

Rüya da olsa..

Görülen bir rüya, çok istenen bir şeyi sunuyorsa nasıl hisseder insan? Sabah uyandığında aslında istediğinin elinde olmadığını görse de mutlu geçirdiği zamanın hatırına bir gülümseme olmaz mı insanın yüzünde? Olurmuş. Hatta bütün gün bu imkansız istek acaba gerçekleşir mi diye sorarmış kendine. Denemelerde bile bulunurmuş.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Haftasonu Çilesi..

Yollar gene çileliydi. Semerinden boşalmış İstanbul, akın akın terk ediyordu şehri. Tek bir noktada toplanan bu kadar büyük bir nüfus her yönüyle sıkıntı yaratmaya mahkumdu ve öyle de oldu. Olmaya da devam ediyor, edecek.

15 Nisan 2010 Perşembe

Boş Bunlar Boş...

Dün Titanik'in batışının 98. yıldönümüymüş. Bununla ilgili internette okuduğum bir haber aslında ne kadar boş şeylerle uğraştığımızı bana bir kere daha ispatladı. Ciddi bir zaman harcanmış ve uğraşılmış. Uyku için birebir.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Kaldırım Taşının Gölgesi

Resim yapan insanlara hep imrenmişimdir. Ben de yapmak isterdim hep. Ama bu çoğunlukla yetenek, biraz çalışma, azim ve biraz da zaman ayırma işi. Aynı diğer hobiler gibi.

26 Mart 2010 Cuma

Küçük Şeylerle Mutlu Olmak..

Bugün internet gazetelerini gezerken gördüğüm bir haber beni, hiç beklemediğim bir şekilde mutlu etti. Haber ilk türk uçağı tasarlandı ve prototipi yapıldı gibi birşeydi. Ama beni gülümseten bu başarı değil haberin içindeki ufak bir bilgi idi.

24 Mart 2010 Çarşamba

8. BÖLÜM..

Kapı çalındı. Aslı önce korkudan açmakla açmamak arasında karar veremedi ama sonra Hakan olabileceğini düşünüp kapının deliğinden baktı. Hakan'dı gelen. Kapının kilitlerini yukarıdan başlayarak açmaya başladı. Hakan sinirli görünüyordu. "O yaptı. Kesin o yaptı." diyerek içeriye girdi.

23 Mart 2010 Salı

7. BÖLÜM..

Hakan, Aslı ve Ayşe üniversiteden tanışıyorlardı. İyi de anlaşıyorlardı. Hatta aralarında aşk maceraları bile vardı. Hakan Ayşe'den hoşlanıyordu ve bunu Aslı ile paylaşmıştı. Aslı ise Hakan'a sürekli destek olmaya çalışıyordu. Ayşe ise ikisini de çok seviyordu ama kalbi bir başkasındaydı.

22 Mart 2010 Pazartesi

6. BÖLÜM..

Aslı kapının kapanma sesini duyar duymaz eşyalarını topladı. Çantası bir yerde ayakkabıları başka bir yerdeydi. Penceredeki tülü araladı. Pencere apartmanın önünden geçen yola bakıyordu. Sonra Kemal göründü. Yoldan aşağıya doğru yürüyüp gözden kayboldu. Bunu bekleyen Aslı hemen kapıya koştu ve kapanıp kapanmadığına bakmadan merdivenlerden indi.

19 Mart 2010 Cuma

5. BÖLÜM..

Masaya oturduklarında Aslı'nın kafasında sayısız soru işareti dolanıyordu. Kimdi bu adam? Neden yardım etmişti? Ne istiyordu? Aniden "Ben Kemal. Sen de adını söylersen en azından kiminle yemek yediğimi bilirim." dedi sanki kafasındaki soruları cevaplamak istercesine.

17 Mart 2010 Çarşamba

4. BÖLÜM..

Aniden fırladı yataktan Aslı. Ter içindeydi. Başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Eliyle saçlarını sağdan sola savurdu. Şakaklarına işaret parmakları ile masaj yapmaya çalıştı. Sonra birden evinde olmadığını farketti. Neresiydi burası, dün gece ne olmuştu? Hiçbir şey hatırlamıyordu.

16 Mart 2010 Salı

3. BÖLÜM..

Polisin uzaklaşmasıyla yatağından doğrulan Aslı dışarıya doğru yürüdü. Kapının dışında oturan adamı merak ediyordu. Neden yardım etmişti bu adam? Böyle insanlar kalmış mıydı dünyada? İyi birine benziyordu. En azından güven veren bir duruşu vardı. Aslı'nın ayaklandığını gören Kemal hemen ayağa kalktı

14 Mart 2010 Pazar

2. BÖLÜM..

Kemal komiser yıllarını vermişti mesleğine. Sevdiği kadar da nefret ediyordu. Yıllar köreltmişti duygularını. O da bilmiyordu ne hissettiğini veya hissedeceğini. Düşünmüyordu artık, düşünmekten, çözmeye çalışmaktan yorulmuş, bıkmıştı. Akışına bırakmıştı herşeyi. Bu bazen başına dert olmuyor değildi ama eski halini aratmıyordu ona. Üzerinde yeni yıkanıp ütülenmiş gömleği ve pantolonuyla oturuyordu acilin kapısının hemen dışında. Yolda baygın bulup acile getirdiği kadını bekliyordu. Belkide en taze cinayet dosyasını çözecek anahtar bu kadındaydı.

12 Mart 2010 Cuma

KALP VE BIÇAK ... 1. BÖLÜM..

Aslı ilerliyordu. Hızlı hızlı. Karanlık, nemli bir yoldu yürüdüğü. Parke taşlarla döşenmiş kaldırımda yürümekte zorlanıyordu. İnce, sivri topuğuyla hızlı da gidemiyordu ama bir an önce uzaklaşmak istiyordu oradan. Göğsünün üzerindeki ağırlık her adımda daha da artıyor gibiydi. Gördüklerine inanamıyordu. Ne yapacağını saşırmıştı.

11 Mart 2010 Perşembe

Bir gün kaldı...

Yarın öğlen başlayacak hikaye. Toplam 8 bölümden oluşacak ve bölümleri günaşırı yayınlayacağım. Şimdiden iyi eğlenceler..

10 Mart 2010 Çarşamba

Başlıyooooooor..

Bu Cuma, ilk bölümünü yayınlayacağım ufak bir hikaye hazırladım size. Umarım beğenirsiniz. Cuma görüşmek üzere.

1 Mart 2010 Pazartesi

Sessiz ve Sakin

Lodos var dışarıda. Hava sıcak ama sıkıntılı.Pek aydınlık değil ortalık, halbuki neredeyse dolunay. Puslu bir hava var. Ay arkasına saklanmış incecik bir bulutun. Sanki bir tülün, bir dantelin arkasından bakıyor dünyaya. Mahremini saklar gibi.

27 Şubat 2010 Cumartesi

Yıldızlardaki Savaşın Kronolojisi

Ulusal bir kanalda 5 haftadır süren serüvenin son bölümüne geldik. Bu hafta pazar günü yayınlanacak 6. bölümle tamamlayacağız yolculuğumuzu. "Güç"le birlikte kötülüğü alt edeceğiz hep beraber.

26 Şubat 2010 Cuma

Geçmiş Korkuların ve Hayallerin Kaynağı

Kurtlar.

Medeniyet kuran birçok halk için kutsal, korkunç ve hayranlık uyandıran bir tür.
Aynı zamanda korkuların ve hayallerin başaktörü.

23 Şubat 2010 Salı

Biranın Dayanılmaz Hafifliği..

İnsan nasıl da değişiyor ve bunun ne kadar çabuk olabildiğine inanamıyor.

İki sene öncesine kadar biranın kokusuna bile katlanamaz, ağzıma değdirmezdim. Ama şimdi, mesai bitse de buzzz gibi bir birayı yudumlamsan diye hayal kuruyorum.

19 Şubat 2010 Cuma

Futbol Yazmadan Olmaz..

Takım oyunudur futbol. Çalışan bir makina gibi olmalıdır takım dediğin. Bazı toleranslar içinde bütün dişliler birlikte ve uyum için çalışmalıdır. Ama gel gör ki bunu becerebilen takım sayısı bir elin parmakları kadar bile yoktur dünyada. Çünkü insan faktörü girer işin içine. Hemde sadece 11 futbolcunun değil, teknik direktöründen yöneticisine, yedek oyuncusundan sucusuna kadar herkesin etkisi vardır başarıda veya başarısızlıkta.

Dün akşam Fener'i izledim. Hep aklımda her maçtan önce düşündüğüm şeyler. Bulabilir miyim aradıklarımı bu sefer diye. Hoş haksızlık etmeyelim. Bayağı yol aldı Fener bu konuda. Takım olma konusunda. Ama hala dişliler kısa geliyor. Arada bir yuvasına oturuyor. Bu ışığı görünce de insan diğer maçta acaba devam eder mi diye düşünmeden edemiyor ve iyi geçen bir maçtan sonra gelecek maçı daha son düdük çalmadan beklemeye başlıyor. Kötü sonuçta da umut hiç bitmiyor. Aynı kelimelerle aynı cümleleri duymaktan hiç bıkmıyorsun. Değişik, karmaşık bir duygu.

Takım iyi mücadele etti. Ancak karşısındaki takımı tam anlamamış, tam çalışmamışlardı. Şaşırdılar önce. Servis edilen goller ve kaçırılan pozisyonlar bunun en önemli göstergesi. Çünkü bunlara hazırlanmamıştı Fenerbahçe. Bir anda çok sıkıştıklarını hissettiler ancak hemen sonra çok kısa bir sürede beklemedikleri kadar kolay sonuca ulaşabilecek pozisyonlar buldular. Alehte sonuçlanan bu durumlar hazırlıkların tam yapılmadığı hissi yaratıyor haliyle. Karşı takım da gölü erken bulunca havaya girdi. Daha sonra denge sağlansa da çok azaltmadı tempoyu Lille. Lille hızlı oynayan bir takım. Ancak defansı sıkıntılı. Defansın arasına girip dağıtacak bir forveti olan biraz da ayağa pas yapan takımlar bu takım için ciddi sıkıntı yaratacaktır. Bizde ise kaliteli kadro derinliği olmaması en büyük sıkıntı. Çıkan oyuncunun yeri tam anlamıyla dolmuyor. Bu da derin gibi görünen kadronun yetersizliğini ortaya çıkarıyor. Bunca iyi futbolcu dediğimizde de alternatifsiz kalan birkaç mevkide oluşan eksiklikler nedeniyle istenen sonuçlara ulaşılamıyor. Ama hiç ders almadan sonraki maçta ne olacak diye beklemeye devam ediyoruz.

Umarım bir sonraki maçta herşey daha iyi olur.

17 Şubat 2010 Çarşamba

Hasta oldu Oğlum

İlk defa. Merak, endişe, kızgınlık ve ne yapacağını bilememe. Hepsi tek potada, karmakarışık. Doktor ne zaman, ne zaman hastane? Kaç derece ateşi var? Yanıyor çocuk. İyi de görünüyor aslında. Sesi çıkmıyor garibimin. Yoksa öksürdü mü? Hapşırık mıydı? Karasızlık, endişe. Doktor, evet doktor. Aranmalı, sorulmalı ne yapılacağı. Garip bir duygu tamamen teslim olmak ve denileni hiçbir soru sormadan yapmak. Sınırları başkası tarafından konulmuş bir anı yaşamak ve kontrolsüzlük. Bana uymadı galiba ama yapacak birşey de yok. Telefon açıldı. Doktorla konuşulup ertesi güne randevulaşıldı. Şimdi ilaç zamanı. Kendi bir lokma, içtiği ilaç bir lokma. Sentetik hayattan uzak tutmaya çalışmak ve içinde ne olduğunu okusamda anlamadığım ilaçları içirmek. İyi geldi ilaç galiba. Ateş kaç, düştü mü? Evet, evet düştü. Garip bir rahatlama. Çizilmiş sınır içinde kalmış bir değer. Sonra, gene sınır dışı değerler, sonra, gene ilaç. Hastane, doktor. Hastalık belli artık, Grip. Öksürük var. Ateş yok artık. Evdeyiz. Akşam kızarıklıklar. Bir iki tane. Küçük bilgi zerreciklerimizle bildiğimiz kızarıklık nedenleri: allerji, kızamık, kızılcık, 6. hastalık. Hangisi acaba. Adet az. Belki geçer sabaha. Öğlen oldu. İşten ara. Ne, çoğaldılar mı? Doktor, telefon hemen. Hastalık viral miymiş? Olur muymuş böyle döküntüler. Peki bekleyelim bakalım ne olacak.

Puantiyeliyiz artık. Hemde kırmızı..

Teknoloji Melek mi, Şeytan mı?

Teknoloji öyle ilerledi ki artık mesafelerin gerçekten bir anlamı kalmadı.

Elimdeki projenin sahibi Arap, mimarı Mısır asıllı Alman, statik hesapçısı Alman oğlu Alman, kontrolörü Mısırlı, imalatçısı Türk, tedarikçileri ise diğer ülkelerden ve tüm bunlar tek bir projenin tamamlanması için bir arada. Bunu başarmanın en önemli etkeni de iletişim teknolojileri. Bugün bizim şirket, mimar ve statikçi Almanya'da buluşup toplantı yaptılar. Neredeyse bütün gün telefona yapışık geçti benim için. Ancak düşündüm ki aynı anda binlerce kilometre ötede yapılan toplantıya direk müdahale edebiliyorsun ve o anda sorunu çözebiliyor, toplantının önünü açabiliyorsun. Bu önemli ve müthiş birşey. Ayrıca buradaki işlere de devam edebiliyorsun. Karmaşık bir durum ve bu karmaşık durumun ardında çalışan sistemi düşünmeden hoyratça ve futursuzca kullanıyoruz. En ufak sorunda bağırıp çağırıyoruz. Sistemi eleştiriyoruz, kızıyoruz. Hatta hıncımızı o an elimizdeki aletten alıyor, onu harcamak pahasına üzerine yükleniyoruz. Aslında hayatı ne kadar kolaylaştırdığını unutuyoruz o küçücük aletin.

Bugün o aletlerden iki tanesini aynı anda kullanarak bayağı zaman geçirdim. İki ayrı telefonda iki ayrı kişi ile ayrı ayrı konuları halletmeye çalıştım. Becerdim gibi ama bazen kafam karışmadı değil. Böyle durumlarda en çok isimler karışıyor benim için. Hangi telefonda kiminle hangi konuyu konuşuyordum takip etmek zor oluyor bazen. Ama oldu ve günü bitirdim. Hoş sağolsun yukarıdakiler bir haftalık çalışmayı çöpe atmasalardı iyi olacaktı. Çalışılan onca zaman ve harcanan onca emek bir kararla puf yok olup gitti. Bakalım bu bir haftalık kaybı nasıl telafi etmemizi isteyecekler.

Ha bu arada, tabiki bu süpriz haber yine telefondan geldi. Gel de alma hıncını telefondan.

4 Şubat 2010 Perşembe

Koltuk mu, hayal kırıklığı mı?

Aradığın gibi bir koltuk bulmak ne kadar zor olabilir ki.

İnternetin ışık hızında olduğu, kapasitelerin bu denli yüksek hacimlere ulaştığı bu devirde hala arama yaptığın birşeyi bulamamak çıldırtıyor insanı. Sanal dünyanın her türlü hayal gücünden daha ileri imkanlar sunduğu bu ortamda, halen birkaç eski komutla oluşturulabilen basit, kullanışsız, göz zevkinden uzak adreslerle mal satmaya çalışan zihniyetin eseridir bu hayal kırıklığı. Öyle bir hayat yaşıyoruz ki, para kazanmak için kalitesizlik çıkar yol olmuş ve hayatı zevksizleştirmiş. Sadece internet değil diğer tüm güncel iletişim kaynakları aynı. Biraz vasatın üzerine çıkan, oluyor dahi. Vasatın hemen altı bile geçer akçe. Halbuki bunca araştırma firması var. Hatta buna bile gerek yok. Hiçbir firmanın ulaşamayacağı kadar çok kişiye ulaşabilen bir güç var elinde. Kullan bu gücü değil mi? Ama yok, parası olan için illaki vasatı geçen, idare eden için ise vasatın hemen altı. Anlamak için istediği şeyi bir aratmalı insan. Belki o zaman anlaşır bu kişinin ne demek istediği.

Koltuktan nerelere geldik. Aslında aradığım sadece tekli bir koltuk ama yaşadığımız sanal hayatı sorgulatıyor insana. Biraz göz zevki biraz profesyonellik. Aradığım pek de fazla şey değil. Biraz pahalı sadece. Ama basit.

Bu arada daha yemek masasından bahsetmedim bile :)

3 Şubat 2010 Çarşamba

DÖNGÜ

Karıncalanıyor diye düşündü önce. Heryeri karıncalanıyordu. Sıcaklık artmış, kendinden geçmeye başlamıştı. Önce hafifledi, sonra yavaş yavaş genişledi. İçine çekti havayı ve herşey birbirine karıştı. Kapadı gözlerini. Kendini rahat ve kuş gibi hafiflemiş hissediyordu. Utanmasa şimdi havalandım uçuyorum diyecekti. Daha önce böyle hissetmemişti ama tanıdık tatlar vardı havada. Gözlerini açtığında dağılmıştı. Sanki heryerdeydi. Etrafındakilerle kaynaşmış, karışmış, bir olmuştu. Zaman geçmiş etrafındakiler artmıştı. Anlamıyordu durumunu ama garip bir haz alıyordu kalabalıktan. Sonra hafif bir serinlik vurdu suratına yada suratı sandığı şeye. Soğuk artıyor etrafındakiler yaklaşıyordu birbirine. Sıcaklık iyice düşünce artık neredeyse birleşmiş, birbirlerine girmişlerdi. Bir yukarı bir aşağı dolaşmaya başladılar. Sanki rüzgarı arkalarına almışlar sürükleniyorlar. Rüzgar önce esinti sonra bora oldu sanki. O kadar hızlı dolaşmaya başlamışlardı ki başı dönüyor, yönünü kaybediyordu. Oysa ne güzel başlamıştı herşey. Şimdi ise bir karmaşanın bir uğultunun içinde yitip gitmemek için var gücüyle uğraşıyordu. Birden gözleri kamaştı. Herşey aniden oluverdi. Kimse de önüne geçemezdi. Önce gözleri acıdı ışıktan, sonra kulaklarının acıdığını hisseti. Hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti ve göz kapakları kapandı hızlıca. Artık yok oldu sanıyordu. Tüneli ve ucundaki ışığı arıyordu ki gözleri olabildiğince açıldı. Farklı hissediyordu artık. Daha soğuktu hava ama daha toparlanmış ve arınmıştı. Ne olduğunu anlamadan hızla harekete başladı. Deli gibi gidiyor hiçbirşey onu durduramayacakmış gibi geliyordu. Hızlandıkça hızlandı. Artık korkmaya başlamıştı. Çünkü kontrolün kendisinde olmadığını, birşeye doğru çekildiğini fark etmişti. Birden çok uzakta ufacık görünen herşey hızla yaklaşmaya başladı. Yaklaştı, yaklaştı. Gözleri kapalıydı artık. Herşeyi kabullenmiş ne olacaksa olsun diye beklemeye başlamıştı. Ve sonunda beklediği oldu. Yine dağılmıştı. Parçalanmıştı. Toparlanamam ben, bittim diye düşünürken bir yere doğru emildiğini hissetti. Erimiş gibi, sıvılaşmış gibi kayıyordu aşağılara doğru bulduğu her çatlaktan. Artık ilerleyemediği bir yere geldi. İyi de oldu aslında, toparlanma fırsatı buldu. Toparlandı, tazelendi, yenilendi. Kendine birçok şey kattı bu yolculuk sırasında. Artık hayat doluydu, hayat vermeliydi. İçindekileri paylaşmalı, ihtiyacı olanlara sunmalıydı. Ama bekledi, çok bekledi. Gelen olmadı paylaşmaya. Kimse gelmedi. Karanlıktı ortalık, daha da karardı, içi karardı. Bakmıyordu, görmüyordu, duymuyordu. Ta ki o gelene kadar. Dokunmuştu ona. Uzanmıştı, birşeyler arıyordu. Aslında ne aradığını biliyor gibiydi. Ne yapsam diye düşündü. Hep bu anı beklemişti ama şimdi titriyor, hareket edemiyor, sesi çıkmıyordu. Ama o sarmıştı kollarıyla onu. O kadar şefkatli yaklaşıyordu ki karşı koyamıyordu. Sanki onu içine çekiyor, kendine bağlıyordu. O oluyordu. Hatta olmuştu bile sadece farkında değildi. Onun damarlarında dolaşıyor, paylaşma isteğini tatmin ediyordu. Günden güne eriyordu ama umrunda değildi. Yine mutluydu ve biliyordu ki yaptığı herşey bir işe yarıyor, birşeyler yeşertiyordu. Hayata hayat katıyordu. Artık çok zayıflamıştı. Neredeyse ondan geriye hiçbirşey kalmamıştı. Son bir hareketle atıldı. Bir ışık görmüştü ileride. İlerledi, zorlandı ve ışığa ulaştı. Sonra birden ona kucak açan kapatmıştı tüm kapılarını. Üzülmüştü, kenara itilmişti. Geriye dönüp baktı, terden mi gözyaşından mı bilinmez sırılsıklam olmuştu. Kaydı aşağıya. Bitmişti artık herşey, bıraktı kendini. Hiç uyanmamacasına yummuştu gözlerini. Unutmak istedi herşeyi. Ve bir daha hatırlanmamak üzere hepsini unuttu.

Karıncalanıyor diye düşündü önce. Heryeri karınc.....