Mary's Axe & Tower of London & Tower Bridge

Hürriyet

26 Temmuz 2011 Salı

Beyaz Evler Diyarı...

"Havasından mı,suyundan mı sevdim bilmem bu yeri" dersin ya kendine, ben öyle demedim beyaz evler diyarına gittiğimde bu haftasonu. Hoş, koca diyarın ufacık bir bölümünü yaşadık iki gün ama değdi....




Havasıydı benim orayı sevmemim nedeni. Güneşli, açık, masmavi bir gökyüzü, sıcak, sarı bir güneş yukarılarda ve yüzünü, tenini okşayan, tatlı bir meltem. Üşümeden, terlemeden tatlı, hoş, sakin. Aşk kokulu, sevgi dolu, yumuşacık, dingin.

Torba'dan bahsediyorum. Bodrum'un kuzeyinde, tüm yarımadadaki gibi, beyaz inciler gibi dizilmiş evleri ile, Bodrum'a yakın ama bir o kadar farklı Torba'dan bahsediyorum. Küçük bir koy, ince bir kumsal bekliyor seni. Çok büyük kısmı butik oteller ve bir adet herşey dahil tatil köyü tarafından kapatılmış olan kumsalın küçük bir kısmı da halka açık. Sanırım bu nedenle, haftasonu olmasına rağmen, tenhaydı kumsal.

Cuma akşamüstü ulaştığımız Torba'da, kısa bir tur sonrası otelimizin kafesinden sipariş edip aldığımız kokteyllerle birlikte kumsalda, ayaklarımız suyun içinde, şezlonga uzanmış havanın ve manzaranın tadını çıkardık Esin'le. Tur sırasında karşılaştığımız, işi sadece insanları yönlendirmek olan görevli "tabelaman" hakkında espiriler yaptık birbirimize. Ne kadar oturduk hatırlamıyorum ama birden acıktığımızı hissettik. O akşam otelin denize hakim, açık hava restoranında yedik yemeğimizi. Menü zayıftı, hizmet vasat ama gecenin güzelliği ve hislerin zenginliği hoş bir gece geçirmemizi sağladı.

Ertesi gün geç kahvaltı, deniz, güneş. Akşamüstü Bodrum merkeze bir gezi. Biraz barlar sokağı, biraz alışveriş, bol şişe su ile 2-3 saat gezinti. Bol sıcak, az serinlik sokak aralarında. Daha sonra akşam yemeği için Torba'ya geri dönüş. Gonca Restaurant için Cuma'dan yer ayırtmıştık. Torba'ya dönüş için çok iyi bir neden. Turuncu masa ve sandalyeleri, dost çalışanları, elini, ayağını uzatsan değdiğin güzel bir denizi, manzarası ile boğazı kıskandıran bir restaurant Gonca. Mezeleri, arasıcağı ve taptaze balığıyla süper bir "Ala" gecesi. Karşımda da dünya güzeli bir kadın. Herşeyiyle hoş bir gece.

Son gün kahvaltı, deniz, bir önceki gün fazlaca oluşan yanıklar nedeniyle şezlonglarla gölge kovalamaca. Son anda çıkış yapılması gerektiğinin hatırlanması ve koşturarak alınan duş ve bavul toplama. Sonra kalan saatleri Gümüşlük ve Bodrum'da harcama.

Gümüşlük'te kısa bir tur attık. Sıcak altında Limon restauranta yürüyerek gittik. Toprak Kral yolu, ucunda kapısı olan bir sokak ve milattan önce kalma, iki tarafı bel yüksekliğinde duvarlarla çevrili, kendini o dönemde hissettiren taşları yerinden oynamış bir yol. Ucundaki restaurantta bir öğle yemeği yedik. Menü çok derin değil. Aslında bu restaurant güneş batımıyla ünlenmiş. O zamanı yakalamak lazım. Yoksa öğle sıcağında çok da çekici bir yer değil. Yemek sonrası aynı yoldan geri döndük. Koyun diğer tarafına geçip gölgelik bir yerlerde soğuk birşeyler içtik. Bir iki saat sonra dolmuşla Bodrum'a geçtik. Bir kaç saat sonra da bavulları almak için Torba'ya geri döndük. Taksiyle havaalanına giderken Torba'nın uzaktan görünen ışıklarına son bir bakış attıktan sonra dönüşe hazırdık. Biraz buruk, biraz da gönüldeki özlemle havaalanına vardık ve uçakla oğlumuza doğru yol aldık.

Kelimeler tarif edemez oradaki tatları ama belki bir miktar hissettirir. Zaten yaşamak lazım Bodrum'u anlatmakla olmaz. Gidip tatmak, koklamak lazım. Ama öyle iki günlüğüne değil. Ne kadar harcayabiliyorsan o kadar. Hiç pişman olmazsın.

Mutlaka gitmeli Beyaz Evler Diyarına...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder