Şehirdeki en verimli günümüz olacaktı. Biz şehre, şehir bize iyice alışmıştı. Frapanyolcamızla daha bir cesaretliydik. Neden sonra içimizdeki gezgin baskın çıktı ve attık kendimizi dışarıya. Yanımızda ne şemsiye ne yağmurluk. Esin "ilerideki bir milyoncudan alırız şimdi." dedi ve hızlı adımlarla o tarafa doğru ilerlemeye başladı. Beş, altı dakika sonra vardık dükkana. İçeride uzakdoğulu tipler. Ama dükkan tam bir "bir milyoncu". Yok yok içeride. Herkes bir yana dağıldı. Sonunda yağmurluk bulundu bir de şemsiye satın alındı. Artık yağmur korksun bizden.
"Sagrada Familia"nın yanındaki duraktan biniyoruz mavi hata. Alt kattayız bu sefer. Yemiyor üst kata çıkmak. Hem soğuk hem ıslak. Hedef kırmızı hata ulaşmak ama mavi hat üzerinde görmediğimiz bir iki yer daha var. Önce içerisinde seramik ve dekorasyon müzelerinin bulunduğu küçük bir parka gidiyoruz. Seramik değil de dekorasyon müzesi kızların ilgisini fena halde çekiyor. Özellikle de müzenin son bölümünde bulunan giysi bölümü. Çıkıyoruz müzeden ve yine mavi hatla bir sonraki durağa Nou Camp'a doğru yola çıkıyoruz.
Nou Camp "Yeni Stad" demekmiş. 1960 küsürlerde yapılmış. Yaklaşık yüzbin kişilik Barselona futbol takımının kalbi, kalesi. Stadın boş halini dolaşmak istemedim. Televizyonda gördüğüm o ağzına kadar dolu hali ile kalsın istedim aklımda. Dışarıda birkaç fotoğraf çekdirdikten sonra stadın hemen yanında bulunan büfede karnımızı doyurup birkez daha mavi hata bindik ve iki durak gidip kırmızı hata geçtik.
İlk hedef ulusal müze. Otobüs Miro'nun parkının yanından geçerken otobüsten inelim dedik ancak en yakın durak bir iki kilometre uzaktaydı. Otobüsten indikten sonra gözümüze çarpan sokak ismi bizim kızlarda bir heyecan yarattı. Bu cadde İspanya'nın en uzun alışveriş caddesiymiş. Cadde boyunca yürüdük. Bir tane açık mağaza bulamadık. Millet siestaya gitmiş. Caddenin sonundaki meydana geldiğimizde bir tane bile mağaza gezmemiştik çok şükür.
Meydan büyük, hatta bir kenarında tadilatta olan bir arena bile var. Bir de kırkbeş metre yüksekliğindeki iki adet çan kulesi. Bu iki çan kulesi arasından geçen geniş bulvar merdivenlerle son buluyor ve ulusal müzeye tırmanmaya başlıyor. Allah'tan adamlar yürüyen merdivenler koymuşlar. Yukarıya kadar bu muhteşem makinaları kullanıyoruz. Yukarıya çıkarken akşam bir gösteri izleyeceğimiz havuz ve su fıskiyesi kompleksinin yanından geçiyoruz. Hava iyice soğuyor. Üzerimizdeki yağmurluklar da işe yaramıyor artık. Müzeye girmeden merdivenlerde bir iki fotoğraf çekiyoruz.
Müze daha çok hıristiyanlık üzerine. Bölgedeki eski kiliselerin duvarlarındaki rölyefler, mozaikler ve resimleri oldukları gibi alıp kilise planlarına sadık kalarak müze içerisine taşımışlar. Kaybolup gitmesini engellemişler. Müze girişinde aldığımız broşür üzerinde belirtilmiş birkaç önemli yapıtı görüyoruz. Daha sonra üst kata çıkıp tablo ve heykellerin bulunduğu diğer bir bölüme geçiyoruz. Bu bölümü de gezdikten ve üç, üç buçuk saat geçirdikten sonra tekrar dışarıya çıkıyoruz. Şimdi ise hedef "Pablo Espanyol".
"Pablo Espanyol", İspanyol köyü gibi bir anlama geliyormuş. Ulusal müzeye çok yakın olan "Pablo Espanyol" küçük, iyi korunmuş, eski zaman İspanyol yaşam tarzını gösteren açık hava müzesi gibi birşey. Bu arada akşam olmak üzere ve biz daha İstanbul'dayken Esin'in rezervasyon yaptırdığı akşam yemeği ve Flemenko gösterisi nedeniye "Pablo Espanyol" turu için vaktimiz kalmamıştı. Yarına mı bıraksak yoksa boş mu versek diye düşünürken rezervasyon için aldığımız çıktı üzerinde yazan bir yazı bütün düşündüklerimizi değiştirdi. Akşam yemeği için gideceğimiz mekan "Pablo Espanyol"ün içindeki bir sokaktaydı ve zaten gitmemiz gereken yer "Pablo Espanyol"du. Süper şans. Mutlu ve heyecanlı bir şekilde girdik "Pablo Espanyol"ün içine. Küçük dar sokaklı ama yine olabildiğince geniş bir meydan. İçeride bulunan taştan evlerin bir çoğu hediyelik eşya satılan mağazalara dönüştürülmüş. Yemek sonrası alışveriş amaçlı bu mağazalara uğramayı kararlaştırıp taş döşeli sokaklarda yürümeye başladık. Gideceğimiz mekanın tarifini girişteki görevliden almıştık. Daralıp genişleyen sonra yeniden daralan sokaklardan geçtikten sonra mekana girdik. Bizi balkona aldılar ve tapaslarımız ile sangria sürahimiz geldi masamıza. Kısa bir süre sonra da gösteriyi yapacak sanatkarlar geldiler sahneye. İki bölüm olarak sundukları gösteri çok hoştu. Esas kız ve esas oğlanın soloları ve sonradan çıkan anaç tavırlı bir bayan. Kibariye'yi andırıyordu hal ve tavırları. Ne söylediğini bilmesek de yaptığı jest, mimik ve hareketlerden kocası veya sevgilisine sevgisini gösterip aynı zamanda gözdağı verdiğini anlayabiliyorduk. Bizim Sulukule'ye ve orada yaşayanlara çok benzettik sahnedekileri. Komikti, güzeldi, farklıydı. Ama farklı olan hal ve tavırlar değildi. Onlar çok tanıdıktı. Bizim etrafımızda sürekli gördümüz şeylerdi. Yemek bitip gösteri sona erdikten sonra tekrar taş sokaklara çıktık. Alışverişlerimizi yaptıktan sonra sadece cuma ve haftasonları yapılan su gösterisini izlemek üzere ulusal müzenin önündeki su havuzuna doğru seyirttik.
Adamlar bu gösteri için kareografi yapmışlar. Müzik ve ışık eşliğindeki su fıskiyeleri görülmeye değerdi ve görüldü, yaşandı. Gösteri sonrası artık o bölgede yapabileceklerimizi bitirip tekrar
"La Rambla"ya gittik. "La Rambla"nın ucundaki meydanın ortasında bulunan Zürih Cafe'de sıcak çikolata ve tatlımızı yedikten sonra otelin yolunu tuttuk.
Bu sefer ki taksici ile önce Frapanyolca sonra ise İngilizce anlaşıp merak ettiğimiz birkaç sorunun cevabını aldık. Bu arada otele gelmiştik bile. Odalara çıkarken ertesi günün şehirdeki son günümüz olduğu ve akşam üstü uçağımız ile İstanbul'a döneceğimiz gerçeği aklımızda, suratımız asıktı. Daha gitmediğimiz yerler vardı. Ertesi gün için aklımızda planlarla odalarımıza çekildik..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder