Mary's Axe & Tower of London & Tower Bridge

Hürriyet

27 Mayıs 2010 Perşembe

Mustafa ve Frapanyolca...

Gecenin bir yarısı olmuş. Çıkıyoruz casinodan. Bir iki kol çekip bir kaç euro'yu kasaya kaptırdıktan sonra rahatlamış bir şekilde ve uzun günün yorgunluğu içerisinde kapıdan çıktık dışarıya. Yolun karşısında bekleyen bir dizi taksiye doğru seyirttik. Ama hiçbirimiz bu tatilin, bizim için en unutulmaz dakikalarından birkaçını yaşayacağımızı tahmin edemezdik.


En öndeki taksiye doğru yöneldik. İçimizde İspanyolca bilen yok. Turistik bir şehir olduğu için en azından taksiciler biraz bilir ingilizceyi diye rahat içimiz. Taksiler siyah üzerine sarı renkli. Ayırt etmesi kolay. Arabanın yanına geldik ve nedendir bilinmez Mustafa öne oturdu. Arkaya da geri kalanlarımız. Bir iki kelimeden sonra fark ediyoruz ki şoför ingilizce bilmiyor. Allah'tan Mustafa, oteli o ayarlamıştı, otelin İspanyolca adres bilgilerini şoföre biraz da el kol hareketleri ile anlattı. Mustafa da hem İngilizce hem Fransızca var. Nilgün de biraz çakıyor Fransızca ama İspanyolca'nın "İ"sini bilen yok aramızda. Yada ben öyle sanıyordum. Sonra birden Mustafa şoföre birkaç kelime söyledi ve şoför biranda hiç susmayacakmış gibi konuşmaya başladı. Arada Mustafa'nın verdiği tek tük kelimelerden adamın bizim nereli olduğumuzu sorduğunu anlayabildim o kadar. Kızlara dönüp "Adam coştu. Bizim İspanyolca bildiğimizi falan sanıyor." dedim. Güldük hep beraber. Mustafa'nın böyle bir yeteneği var. İnsanlarla kolay iletişim kurabiliyor da, burası dilini bile bilmediğimiz yabancı bir ülke ama şoförle bir şekilde konuşmayı başardı. Nilgün arkadan "Fransızca İspanyolca'ya çok yakın." diyordu ama sonuçta konuşan Mustafa'ydı.

Mustafa tek kelimelik cevaplardan cümlelere hatta futbol muhabbetine kadar ilerletti konuşmayı. Şoförle Barselona ve Galatasaray hakkında muhabbeti koyulaştırıp on dakikalık yol boyunca bizi hayretler içerisinde bıraktı. Öyle ki duruma inanamayan taksi şoförü telefonu eline alıp tanıdık birilerini aradı. Arada geçen birkaç kelimeden anladığım kadarıyla birilerine olanları anlatıyordu. Hatta arada kahkahalar bile atıyordu. Biz de durumun şaşkınlığı içerisinde birbirimize bakıp gülüyorduk. Çünkü aslında Mustafa'nın yaptığı Fransızca'daki kelimelerin sonuna başına birşeyler ekleyip çıkararak adamla konuşmaya çalışmaktan başka birşey değildi. Süper adam bu Mustafa. Nereden ne çıkartacağı belli değil. Çoğunlukla doğru bulduğu Frapanyolca kelimeler şoföre cesaret verdiğinden, adam sanki arkadaşıyla konuşuyormuş gibi hızlı hızlı birşeyler anlattı. Arada el kol hareketleri ile desteklemeye çalıştı. Mustafa ise hiç bozmadan hatta adamın söylediklerine cevap da vererek otelin önüne kadar geldik. Hepimiz şaşırmış bir şekilde Mustafa'ya bakıyorduk. En son şoföre iyi akşamlar deyip indik taksiden. Otele girerken hala gülüyorduk. Hatta asansörde ve odanın kapısından girerken bile gülüyorduk. Mustafa, konuşmaya çalıştıkça adamın suratındaki hayret ifadesi, gözlerimi her kapadığımda gözümün önüne geliyor ve yine gülmeye başlıyordum.

Sabah yine erkenden kalkılacak ve bu defa kırmızı hatla şehrin diğer bir bölgesi gezilecekti. Ama bugün öğleden sonraki hava direncimizi kırmak üzereydi. Yastığa başımı koyarken ertesi gün havanın kötü olacağını bile bile ümit ediyordum hava bizi idare eder mi diye.

Şu Barselona gezisinden aklımda kalacak birkaç kelime ve anıdan biriydi bu. Tek eksiği ise çekilmemiş fotoğraf ve kaydedilmemiş videolardı. Keşke onlar da olsaydı..

1 yorum: