Ferhat Hoca çetesiyle birlikte dağlarda gezip Sarısultanoğlu'nu soyarken, İnce Memed ile Abdulselam Hoca, Memed'in yeni eviyle ilgileniyordu.
Evin tasvirini okurken soğuk biramı yudumluyorum, yanında da çıtır tavuk ve kızarmış patates. Uçağın kalkmasına elli dakika kaldı. Hesabı istiyorum garsondan. Havalimanının dinamizmine aykırı bir şekilde, 10 dakika sonra getiriyor hesabı.
Uçağın kalkmasına 15 dakika var, daha kapıları bile açmadılar. Bekliyoruz. Kesin rötar var. Bakalım ne kadar olacak? "15 dakika" diyorum içimden. "Evet. En az 15 dakika rötar olacak." Aklımdan bunları geçirirken kulağıma bir anons çalınıyor. İçeri alıyorlarmış. Nihayet.
Koltuğa oturunca açıyorum kitabı. Yine Memed ve arkadaşları eşlik etmeye başlıyorlar bana. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Kafamı kaldırıp dışarıya bakıyorum ve fark ediyorum ki İzmir'e daha önce gündüz hiç uçmamışım. Karşımda karlı tepesiyle Uludağ, uzakta, ama bembeyaz zirvesi ile dimdik. Aşağıda, özensizce saçılmış kiremit parçaları gibi duran küçük köy evlerinin üzerinden usulca geçiyoruz. Biraz ileride, çok daha büyük, çok daha karmaşık bir yerleşim. "Balıkesir olabilir mi?" diyorum içimden. Sanki orası gibi ama emin olamıyorum. Sonra bir dağ silsilesi. Eteklerinde yine büyükçe bir kent. "Burası da Soma olsa gerek." diyorum. Kentin kenarında tüten yüksek bacayı görüyorum. Bu bir işaret işte. Tüm düşündüklerim doğru. Bu baca da termik santralin bacası. Bu kentte yaşayan herkesin ciğerlerine, etrafındaki hayata düşman santralin bacası. O koca dağ silsilesi için de üzülüyorum. Tam kalbini oymuş insanlar. Bağrında sakladığı taş için, kömür için eteğindeki kentten daha büyük bir alanı kazmışız. Santral sadece etrafındaki insanlara değil, yanı başındaki dağa da, Soma'ya da düşman. Yukarıdan bakınca çok daha net görülüyor hepsi. Hostesin anonsuyla kendime geliyorum. "İzmir Adnan Menderes Havalimanı için alçalmay başlıyoruz. Koltuğunuzu dik, kemerinizin bağl...Teşekkür ederiz.".
İşte İzmir. Güzel İzmir. Bir türlü semtlerinin yerleşimini öğrenemediğim Ege'nin gözbebeği. Körfezin üzerinden geçerken, körfezde, salına salına giden tekneleri, motorları izliyorum. Sonra havaalanı görünüyor. Onu da geçiyoruz. Buranın neresi olduğunu bilmiyorum ama her yer sera. Uçak manevrasını tamamlayıp inişe geçerken üzerlerinden geçtiğimiz seralardan gözümü alamıyorum. Batmaya yüz tutmuş güneşin ışıltısı altında, pırıl pırıl parlayan çatıları ile seralar altımızda uzanıyor. İşte tekerlekler yere değdi. Bir, iki fren ve yine hostesin sesi "İzmir Adnan Menderes Havalimanı'na hoş geldiniz.". Körükten binaya geçiyorum. Dışarı çıkarken Erden geliyor. Arabayla almaya gelmiş sağolsun. Selamlaşıp, tatlı bir muhabbetleyola koyuluyoruz. Bacanakla birlikte yeni bir nefese, taze bir hayata doğru yol alıyoruz. Birazdan Doğa'mızla tanışacağım için heyecanlıyım, mutluyum.
Önceki gün Doğa'mız geldi. Dört gözle bekledik. Merak ettik, bekledik. Sabrettik, bekledik. Geldi işte. Sonunda geldi. Koştuk, görmek için. Yanına geldik, ferahladık. Katıldı aramıza, büyüdük, kocaman olduk, çok olduk. Mutluluğumuz arttı. Sevincimiz katlandı. Artık dört oldular. Geliyorlar. Gelsinler. Hepsine yetecek sevgi, hepsine yetecek kucak var bizde. Gelsinler. Büyüsünler. Bizi de büyütsünler.
Sağlıklı, huzurlu, mutlu, uzuuun bir hayat dileğiyle.
Hoşgeldin Doğa bebek.
ooooh miss gibi. Allah şansını bahtını açık tutsun Doğa bebeğin. Allah analı babalı ve kalabalık olan akrabaları ile büyüsün onu :)
YanıtlaSilSevgiler
doğa bebeğe kocaman öpücüklerle merhaba diyorum.ömrün uzun ,şansın bol olsun.
YanıtlaSilHARİKAAA BU KADAR GÜZEL DUYGULAR BU KADAR GÜZEL KELİMELERLE ANCAK BU KADAR GÜZEL İFADE EDİLEBİLİRDİ TÜRKAN EROĞLU
YanıtlaSil